AYDININ YALNIZLIĞI

Aydın’ın sözlük anlamı; ışıklı, okumuş, kültürlü, görgülü, ileri düşünceli kimse demek.  Okumak aydın olmanın olmazsa olmazı, peki yeterli mi okumuş olmak aydın olmak için. Okumak farkındalığı arttıran çok önemli bir eylemdir. Okudukça insan kendisini, insanları ve dünyayı daha iyi tanır. Okudukça insanlığı ve tarihi daha iyi yorumlar, bunun sonucu olarak da geleceği daha iyi tahmin eder. Okudukça “bir dakika bu işte bir yanlışlık var” demeyi sıklaştırır. Okudukça insanlığın ne kadar yüzkarası bir noktada durduğunu fark eder. Tarihin bilinen sayfalarından bugüne gelinceye kadar; sesini çok çıkaranın haklı kabul edildiğini, haklı kabul edilenin güçlü kılındığını, güçlü kılınanın da güçlü olmanın cazibesinden ayrılamadığını gücünü arttırmak için daha da hoyratça davrandığını, kişiler ve ülkeler temelinde hep böyle gelip böyle gittiğini görür. İçinden bir ses isyan eder; böyle olmamalı, güçsüzleri de birileri korumalı, dünya daha adil olduğunda daha yaşanası bir yer olur diye haykırır. Haykırdığında artık yol ayrımına da gelmiş demektir. Çünkü haykırdığında çevreden olumlu bir tepki bekler, ancak destek alamaz, çünkü destek beklediği kişiler veya gruplar zaten güçsüzdür, hemen karşılık verip sahip çıkamazlar kendilerini destekleyen okumuşa. İşte bu noktada okumuşlar üçe ayrılır; birinci grup okumuş illa da destek isterim diye tutturur ve destek gelmediğinde bu haykırışı susturur, yolunu değiştirir, ikinci grup okumuş ise cesaretle yola devam eder. Üçüncü grup hayatının sonuna kadar bu ayrım noktasında kalır, yönünü bulamaz veya hangi safta olduğuna karar veremez bir bakarsın güçlülerin yanında bir bakarsın güçsüzlerin. Üçüncü gruptakiler bu yazının konusunu oluşturmamaktadır. Bir başka yazıda üçüncü grubu anlatmaya değer, çünkü okumuşların çoğunluğu bu gruptadır.
 

İlk grupta bulunan, yani yolunu değiştiren okumuş şöyle düşünür; bana mı kaldı dünyayı düzeltmek, dünyanın düzeni böyle,  ben ne yaparsam yapayım durumu değiştiremem. İşte bu iç sesler onun cesaretten ne derece yoksun olduğunu yeterince açıklıyor değil mi?
 

Cesareti azalmış okumuşumuz, bu noktadan sonra daha da ileri giderek, güce hayran olmaya başlar ve kendisini o gücü savunurken bulur. Artık o da gücün cazibesine kapılmıştır. 
 

Aydın’ın diğer bir anlamı da ileri düşünceli demekti. Bizim ilk grup okumuş geleceği gördü evet, güçlünün yanında yer alırsa kazançlarını gördü ve bilgisini, kültürünü güçlünün emrine verdi. Peki, yeterince uzak geleceği gördü mü? Hayır göremedi. Güçlünün yanında yer almak, ilk bakışta onu rahatlattı ve mutlu kıldı. Artık daha çok parası olacak, daha büyük bir evde oturacak, lüks ve konfor içinde yaşayacak. Fakat her okumuş insan için nerdeyse tek ortak nokta olan “ruhun doymazlığı” onu mutsuz kılacak. Daha fazla para bedenini doyuracak ama ruhunu doyuramayacak, çünkü daha fazla paranın daha fazlası, her zaman var olacak. Daha fazla parayı hedef alacak ama her zaman mutsuz olacak, çünkü hiçbir zaman artık bu kadar para yeter diyebileceği bir nokta olmayacak. Peki o zaman ne yapacak? Huzursuz olacak ve huzursuzluğu arttıkça kendisi gibi olmayan okumuşlara saldıracak. Özellikle de güçsüzün yanında cesaretle yoluna devam eden okumuş baş düşmanıdır.
 

Peki güçsüzün yanında yer almayı seçen okumuş neden böyle yapar?”Bu işte bir yanlışlık var” derken, bilinen tarih boyunca hep güçlünün hakim olduğunu ve bu hakimiyette kantarın topuzu kaçarsa, güçlünün güçsüzü iliğine kemiğine kadar sömürdüğü noktada, toplu zulümlerin, soykırımların, savaşların, yoksunluk ve yoksulluğun hatta açlığın yeryüzüne hakim olduğunu ve bunun da eninde sonunda güçlüyü de mutsuz kıldığını fark eder.  İlk grup okumuşa göre daha derin, daha incelikli ve cesur bir bakış açısıdır. İlk grup okumuş çabuk teslim olur ve bunu fark ettiğinde teslim olmayan ve güçsüzün yanında kalmaya devam eden ikinci grup okumuşa çok öfkelenir. Güçsüzün yanındaki okumuş tarihe meydan okur, güçlünün yanındaki okumuş ise bunu yapamaz yapamadıkça da köpürür.
 

Güçsüzler ne yapar, bu ortamda. Kendisinden beklenen, güce boyun eğmesidir zaten. Gücün yanında yer alması, kendisini savunanın yanında bile yer alamaması güçsüzlüğündendir. Güçsüz ama cesur birileri çıktığında işler değişmeye başlar. Güçsüz, cesursa boyun eğmez, boynunu kaldırır, usulca bakar, fakat yalnızca uzaktan bakar, çünkü bilir ki biraz daha boynunu kaldırırsa boynunu vuracaklardır, bu nedenle yalnızca uzaktan bakar. Güçsüzün yanında yer alan okumuşlar çoğaldıkça içine sevinç dolar ve umutla bekler gücünün artmasını. Kıyım bu noktada başlar, güçlüler en çok güçlerinin elinden alınmasından korkar. Cesur okumuşlara yapmadıklarını bırakmazlar. Bırakmazlar ki kimse onları örnek almasın ve saltanatları sarsılmasın. Fakat doğanın kanunudur; kişiler de kurumlar da doğar, büyür,  güçlenir, sonrasında ise gücünü kaybeder ve ölür. Ne kadar çabalasalar da gücünü bir gün kaybeder ve iktidar daha güçlünün eline geçer.
 

Güçlünün yanındaki okumuş yalnızca yakın geleceği gördü, çünkü ışığının gücü ancak o kadarını aydınlattı. Güçsüzün yanındaki okumuş yani “aydın” ise uzak geleceği gördü, yalnızca kendisinin yolunu değil insanlığın yolunu aydınlattı; güçsüzleri savunmanın aslında güçlü-güçsüz tüm insanların, insanlığa bir adım daha atmasını sağladığını fark etti. 
 

Aydın çoğu kez bu yolda yalnızdır, çünkü sıra dışı bir iş yapmaktadır, sıra dışı iş yapanların yanında yer almak her yiğidin harcı değildir, uzak görüşlü aydın gerçekten aydındır, tarihin emrettiğini yapmaz tarihe emreder ve böylece insanlığa ışık tutarak bir adım daha atmasını sağlar. Aydın gücü yettiğince bu yalnızlığa dayanacaktır. Savunduğu kişiler bile henüz yanında değilken onları savunmaya devam edecektir insanlık adına. Yalnızlık aydının kaderidir, etrafı kalabalıklaştığında ışığını yalnızca yakına gönderebilir çünkü.
 

Sema Akman
 

21 Mart 2010

Yazıya Yapılan Yorumlar
Stj Dr. M. Özge Özer
Hocam, ben aydının cesaretini nasıl koruyabildiğini anlayabiliyorum ama yalnızlığa nasıl dayanabildiğini anlayamıyorum. Bence cesaret hem genlerde olan hem de öğrenilebilen bişey. Ama yalnızlıkla baş etmek nerden öğrenilebilinir ki? insanların tarih boyunca yaptıkları her eyleminde yalnız kalmama çabası vardır. Bazen cesaret bile sadece yalnız kalmamak için vardır. mecburen yalnızlığa alışan insanlar vardır ama hem yalnız hem güçlü hem kendi hem aydın olmak zordur. ürkütücüdür. yalnızlık sekel bırakır. 2.grup aydınlar bunu nasıl başarmışlar?
SEMA AKMAN
Sevgili Özge, Aydın özellikli büyük liderlerin yaşamlarını incelediğimizde benzersiz özellikleri nedeniyle "tek" olduklarını görürüz, kimseye benzememeleri onları benzersiz kılar. Büyük liderler ben herkes gibi düşüneyim toplumdan kopmayayım, izole olmayayım diye kaygılara düşmezler. İnandıkları fikirleri sonuna kadar savunurken çoğu kez yalnızdırlar, ışıklarını yayarken etraflarında kimse yoktur bu onları yıldırmaz, ışıklarını yaymaya devam ederler ama yaydıkları ışık gerçekten kuvvetli ise bir müddet sonra bu ışığın sıcaklığına insanlar yaklaşırlar, artık yalnız değildir ama görevini yapmıştır, kendi ışığını yaymayı başarmıştır. Eğer en başta "aman yalnız kalmayayım, farklı görünmeyeyim diye düşünseydi etrafına ışık yayan bir aydın olmak yerine, sıradan bir insan olurdu. Sıradanlık daha güvenlidir, dikkat çekmeden yaşamak çoğunluğun tercihidir. Lider özellikli aydınlar ise tercihlerini rahat yaşamak yerine rahat yaşatmak yönünde kullanırlar. Tıpkı Atatürk gibi, tıpkı Türkan Saylan gibi, tıpkı Che gibi. Onları büyük ve ölümsüz kılan fikirlerini dile getirirken ve eylemde bulunurken yalnızdılar ama milyonları peşlerinden sürüklediler. Onlar sıcak evlerinde aileleri ile güvenli yaşamak yerine tek başlarına mücadeleyi tercih ettiler ama sonuçta görevlerini bitirdiklerinde artık yalnız değildiler. Yani büyüklük kalabalığa karışmak değil, kalabalıkları arkandan sürüklemekle mümkün olabiliyor. Sevgilerimle Dr Sema Akman
Sizde Bu Yazıya Yorum Yapabilirsiniz
Ad Soyad :
E-mail :
Mesajınız :